1999 yılında Galatasaray Postanesi müze olacakmış!
1999 yılında Posta İşletmesi, Galatasaray Postanesi'ni müze yapacakmış. 1875 yılında tüccar Theodor Sıvacıyan tarafından 26 bin liraya Galatasaray Lisesi'nin karşısında inşa edilen tarihi bina Posta Müzesi olarak hizmet verecekmiş.
Posta İşletmesi, ''dünyanın en güzel postanesi''ni müze yapıyor
Güzelim postane müzelik oldu
Bir kenti kent yapan en önemli şeylerden biri tarihi. Hele de İstanbul gibi imparatorlukların başkenti olmuş bir kenti düşünürsek... Peki İstanbullular, Amsterdamlılar gibi 1700'lerden kalma evlerde yaşayabiliyor mu? Kaçta kaçı tarihin sindiği, güzelleştirdiği, anlam kattığı ofislerde, geçmişten geleceğe bağlanarak çalışabiliyor? İngilizler gibi 200 yıllık geçmişi olan bir pub'da içkisini yudumlayabiliyor mu? Ne kadarı, önceki asırlardan bugüne uzayan taş binalarda, yaşadığı toprakların kültürünü, tarihini soluya soluya eğitim görüyor?
Tabi ki çok azı. Ama İstanbullular, tam 92 yıldır yaklaşık 125 yaşındaki bir binadan atabiliyordu mektuplarını. Telefon faturasını, kolunu yaşlı ahşap bankolara dayayarak yatırabiliyordu. Pul almak için sıra beklerken tavandaki kartonpiyerleri ve yağlıboya resimleri seyredebiliyordu. Onların geçen yüzyılda ünlü İtalyan bir ressamın fırçasından çıktığının farkında olmasa da...
125 yıllık bina
Galatasaray Postanesi, resmi adıyla Beyoğlu PTT Hizmet Binası, İstiklal Caddesi'ndeki en güzel köşelerden birinde, Galatasaray Lisesi'nin karşısındaydı. 1875 yılında Tüccar Theodor Sıvacıyan tarafından konut olarak, 26 bin liraya inşa edilmişti. Sivil mimari örneği olarak Beyoğlu binaları arasında önemli bir yeri vardı. Sıvacıyan üst katlarda otururken, Bay Apolonatos da giriş katını ecza laboratuvarı olarak işletiyordu. 1907 yılında, Hüseyin Hasip Efendi Posta-Telgraf Nazırı iken, 13.500 liraya satın alınmış ve Beyoğlu Posta-Telgraf Merkezi olarak hizmete girmişti. O zamandan beri de ''dünyanın en güzel postanesi'' olarak hizmetini sürdürüyordu. Taa ki Türkiye, onun artık postane değil, ''müzelik'' olmasına karar verene kadar...
Posta İşletmesi Genel Müdürlüğü ve Bakanlık kararıyla müze yapılmasına karar verilen Galatasaray Postanesi binası boşaltıldı, geçici olarak karşısındaki bir binaya taşındı. Binada restorasyon çalışmaları başladı. Önümüzdeki aylarda açılması düşünülen müzede, PTT'nin 1840'tan günümüze kadarki evrimi yansıtılacak. İlk dağıtıcı kıyafetleri, telgraf örnekleri, mühürler, pullar sergilenecek. Bir de turistlere yönelik hatıra pulları, kartpostal satışı yapılacak. Galatasaray Postanesi'ni kullanmak isteyenler de karşı tarafta yapılmakta ve tıpkı diğer ‘‘modern’’ postaneler gibi sıradan olan binaya gidecekler mecburen. Böylece tarihi koklayarak gündelik bir iş yapma keyfi de ‘‘müzelik’’ olacak. Ahşap bankoların çoğu, artık işe yaramayacağı için depoya kaldırılmış ve tozlanmaya başlamış bile... Çünkü onların konmasının uygun kaçacağı atmosferde başka bir postane binası yok İstanbul'da.
En süslü postane
Galatasaray Postanesi, Posta İşletmesi'nin tüm hizmet binalarının içinde, en değerlisi ve en süslüsüydü. 340 metrekare alan üzerine, kagir olarak inşa edilmiş; bir bodrum, bir zemin, üç tam kat ve Boğaz manzarası olan bir çekme kattan oluşan bir binaydı. İstanbul Ansiklopedisi'ne göre, cephesinin tamamen mermer kaplı olması, üzerindeki bezemelerin yoğunluğu ve niteliği, İstiklal Caddesi'nde sıralanan eklektik-klasisist anlayışla tasarlanmış diğer yüzyıl sonu cepheleri arasında özel bir yere koyuyordu onu.
Meşe ağacından yapılmış geniş çift kanatlı, oymalı kapısından girince, ikisi sağda, ikisi solda olmak üzere, somaki mermerden kürsüler üzerine kurulu dört sütun karşılıyordu mektup atmaya gelenleri. PTT bankoları oradaydı. Tavan işlemeleri de usta işi olduğunu hemen belli ediyordu. Birinci kattaki müdür odasına çıkmak isteyenler, bir buçuk metre genişliğindeki mermer merpenlerden tırmanıyordu. Bu kat binanın en süslü katıydı. Toplantı ve kabul salonunun tavanları, o dönemin ünlü bir İtalyan ressamı tarafından, çiçekler, meyveler ve av hayvanlarıyla bezenmişti.
Bir de Fransa'da imal edilmiş kapılarıyla ünlüydü, postane binası. Maundan yapılmış, gül ağacıyla kaplanmış, pirinç çivilerle raptedilmiş ve pervazları altın yaldız olan kapılarıyla. Ve üç mermer şöminesiyle. İstanbul Radyosu, 1943-1944 arasında yayınlarını ikinci katın dört odasından sürdürmüştü. Her gün 18.00-23.00 saatleri arasında uzun dalga lambalı postadan ''Radyo Difüzyon Neşriyatı'' yapılmıştı. Binada bir süre de İngiliz, Alman radyo şirketleri faaliyet göstermişti; Stern İngiliz Kablo Kumpanyası, Alman Kablo Kumpanyası...
İstanbul'un pek çok tarihi binası gibi Galatasaray Postanesi de yangınlarla harap oldu. Üçüncü ve son yangın 1977'deydi. Postane restore edilerek 1982'de yeniden hizmete açıldı. Binanın müze yapılması kararından sonra restorasyonunu üstlenen Posta İşletmesi Teknik Başmüdür Yardımcısı, Mimar Sulhi Gedik, o zamanki tasarruf tedbirleri nedeniyle o restorasyonun tam anlamıyla gerçekleştirilemediğini itiraf ediyor. Döşemelerin bazı yerlerine şap döküldüğünü, bazı yerlere de marley konduğunu söylüyor. Şimdiki restorasyonun ise aslına uygun olarak yapıldığını anlatıyor. ''O zamanki tasarruf tedbirlerinden dolayı yangından harap olan tavan işlemelerini altın yaldız yapmıştık, şimdi orijinali gibi altın varak yapıyoruz. Silinen figürler yenileniyor. Döşemeler eski haline döndürülüyor. Eskilikten kaynaklanan çatlakları hallettik. Çürümüş kapıları yeniledik'' diyor. Müzenin ilk üç katta yer alacak, dördüncü kat müdüriyet, asma kat ise kafe olarak düzenlenecek.
Posta İşletmelerinin bir müzesi olması, tarihinin gün yüzüne çıkarılması çok hoş bir fikir olmakla birlikte, insanın aklına şu soru geliyor: Müzenin bu binada olması şart mıydı? Başka bir yerde yapılamaz mıydı?
Fanatik bir kentli, ‘‘İstanbul'u mahvettik, geriye kalan kırıntı güzellikleri de etrafına kurdela çekip, müze haline getiriyoruz’’ diye isyan ediyor. Oysa O, böyle bir binayı kendi işlevi içinde kullanmanın insanlarda kültürel bir birikim yaratacağını düşünüyor. ''İnsanların iyi, doğru, güzel olmasını istiyorsak, iyi, güzel, doğru yerlere girip çıkmalarına izin vermeliyiz. Bu postane hayatın içinde bir parça olmalıydı, bir çocuk arkadaşına öyle bir postaneden mektup atmalıydı, büyüdüğünde bunu hatırlamalıydı, bu kültür yok edilmemeliydi’’ diyor. Tıpkı hoş bir mekanda yemek yemek gibi...
Ve soruyor; ''İngilizler 1700'den kalma pub'larını bira müzesi yapıyorlar mı?''
Emel ARMUTÇU
Hürriyet 2 Mart 1999
Abdullah Kutalmış MIZRAK/Emlakkulisi.com